top of page

Lacancı Söylemler

Analiz etmek bana, sonucun yetersiz olacağından önceden emin olunabilecek

‘imkânsız’ mesleklerden üçüncüsü olabilirmiş gibi görünüyor.

Uzun zamandır bildiğimiz diğer ikisi eğitmek ve yönetmek.

Freud, Sonlu ve Sonsuz Analiz [1]


Lacan söylem teorisini 1969-1970 yıllarında verdiği Psikanalizin Öteki Yüzü [2] adlı seminerinde ortaya atmıştır. Bundan üç yıl sonra ise yine jouissance alanını ele aldığı Yine/Hala [3] seminerini verecek ve cinsiyetlenmeden bahsedecektir. Tüm bunlar jouissance’ın travmatik gerçeğiyle ve cinsel ilişkinin imkansızlığıyla karşı karşıya olan öznenin, birtakım sosyal bağlar içerisine kaydolarak bu imkansızlığa ve gerçeğe nasıl cevap verdiğini göstermeleri açısından önemlidir. Söylemler söz konusu olduğunda, aynı cinsiyetlenmede olduğu gibi, tema imkansızlıktır: Özne söylemler yoluyla imkânsız olana, yani Lacancı anlamda Gerçek’e yanıtlar üretir.


Öyleyse Lacan’ın söylem teorisinin hangi imkansızlıklara ne tür yanıtlar ürettiğinden bahsetmek gerekli. Freud üç tane imkansız meslek tanımlamıştı: eğitmek, yönetmek ve analiz etmek. Antonio Quinet Şehrin Deli Efendileri [4] başlıklı kitabında şöyle der:


“Lacan söylem teorisini Freud’un üç imkânsız görev olarak tanımladığı (yönetmek, eğitmek ve psikanaliz etmek) görevlere histeriklerden öğrendiği ‘arzulatmayı’ ekleyerek biçimlendirmiş oldu. Dört söylem bu dört imkansızlığın şekillendirilmesidir. Öte yandan, mademki yönetmeye, eğitmeye, psikanaliz yapmaya ve arzulatmaya devam ediyoruz, demek ki imkânsızlık mutlak değil.”


Buradan hareketle Lacan dört tane söylem türü olduğu söyler: efendi söylemi, üniversite söylemi, analitik söylem ve histerik söylem. Efendi söylemi yönetmenin, üniversite söylemi eğitmenin, analitik söylem analiz etmenin ve histerik söylem arzulatmanın imkansızlığının ortaya çıkardığı toplumsal bağlardır. Özne her ne kadar bu imkansızlıklarla karşı karşıya olsa da, Quinet’nin de belirttiği üzere, bu imkansızlıkları ele alabilmesini sağlayan söylemler vardır ve özne bunlardan destek alarak toplumsal bağların içine kaydolur.


Lacan –Foucault ya da Deridda gibi– söylemlerin içeriğiyle ilgilenmez, yani Lacan için o söylemde ne söyleniyor olduğu önemli değildir. Lacan söylemlerin yapısıyla ilgilenir. Söylemlerde söyleneni önceleyen biçimsel bir yapı vardır ve Lacan’ı esas ilgilendiren şey de budur. [5] Aynı cümleleri kullanarak farklı söylemler içerisinde farklı mesajlar vermek mümkündür.


Söylemleri anlamak için öncelikle anlaşılması gereken şey şudur: iletişimin imkansızlığı. Lacan Psikozlar [6] başlıklı III. Seminer’inde insanların arasındaki söylemin temelinin yanlış anlaşılma olduğunu söyler. Lacan için kusursuz bir iletişim imkansızdır, hatta imkansız olmak zorundadır. Konuşmaya devam ediyor olmamızın, sosyal bağlar kurmaya çalışıyor olmamızın temel koşulu budur. Çünkü birbirimizi tam anlamıyla anlıyor olsaydık konuşmak için pek bir nedenimiz kalmazdı.


Her bir söylem konuşan birisi ve hitap edilen başka birisiyle başlar. Bu tüm iletişim teorilerinde yer alan ortak bir durumdur. Yani bir fail ve failin hitap ettiği bir öteki. İkisi arasındaki ok ise failin ötekine hitap ettiğini gösterir. Bu eylemin bir amacı vardır, yani fail ötekine hitap ettiğinde bir etki yaratmayı amaçlar. Buna da ürün diyoruz. Bir söylemin sonucu, bu etki aracılığıyla görünür hale gelir.


Yukarıda yer alan şekilde görülebileceği üzere failin ötekine hitabı ortaya bir ürün çıkartır. Örneğin bir ebeveyn çocuğuna ders çalışması gerektiğini söyler ve bunun sonucunda çocuk başarılı ya da başarısız olur. Bu noktaya kadar psikanaliz diğer iletişim teorilerinden farklı, yeni bir şey ortaya koymaz. Paul Verhaeghe psikanalizin ortaya koyduğu yeniliğin işin içerisine dördüncü bir konumun girmesiyle ortaya çıktığını söyler. [7]


Psikanalitik teoriye göre konuşurken bilmediğimiz bir güç tarafından, yani bilinçdışı tarafından motive ediliriz. Söylediğimiz sözlerin arkasında bir hakikat yer alır. Dolayısıyla psikanalizin, bilinç düzeyinde kavramsallaştırmalarla ilerleyen iletişim ve söylem teorilerinden ayrıldığı nokta burasıdır. Fail ötekine hitap eder ve fail bir hakikat tarafından yönlendiriliyordur. Bu hakikatin tamamına hakim olması imkansızdır. Örneğin bir anne çocuğuna ders çalışmasını söylerken bilinç düzeyinde tüm bunları çocuğu için söylediğini, sadece onun başarılı olmasını istediğini ve başka bir niyeti olmadığını söyleyebilir fakat muhtemelen onu bunları söylemeye iten bastırılmış bir düşünce vardır. Belki de bu ebeveyn diğer ebeveynler arasında öne çıkmasını sağlayacak bir başarı ya da kendisini kendi anne-babasına kanıtlayacak bir başarı peşindedir.


Bu noktada Lacan dördüncü unsuru işin içine katar: yani hakikati. Böylelikle Lacan tüm söylemleri yönlendiren bastırılmış bir hakikat fikrini ortaya atmış olur. Bu unsurun en temel özelliği ise bastırılmış olmasıdır. İlk bakışta tespit edilmesi mümkün değildir. Söylemin ortaya çıkardığı ürünle, bu söylemi yönlendiren hakikat arasında hiçbir ilişki yokmuş gibidir. Lacan’ın söylem teorisinde ortaya koyduğu şey söylemleri yapılandıran ve onları sürekli kılan bir hakikat olduğudur. Faili ötekine yönlendiren şey bildiğini bilmediği, farkında olmadığı, bastırdığı bir hakikattir ve failin öteki üzerinde konuşarak yaratmaya çalıştığı etki/ürün bu hakikatle ilişkilidir. Bu etkinin/ürünün bastırılmış olan hakikatle hiçbir doğrudan bağı yoktur. Bu yüzden ürünle hakikat arasında dolaysız, direkt bir ilişki yoktur (aşağıdaki şekilde yer alan // işareti bunu belirtmek için vardır). Dolayısıyla Lacan’ın söylem teorisinin en genel şekli şöyledir:

Sol üstte fail yer alır, sağ üstte ise öteki. İkisi arasındaki ok ise failin ötekine hitap ettiğini gösterir. Aslında burada insanların bağ kurmaya eğilimli varlıklar olduklarını ortaya koymuş olur Lacan. Ama buradaki bağ romantize edilmemesi gereken bir bağdır, bir imkânsızlıkla damgalanmıştır. Failin ötekine gönderdiği mesaj asla niyetlenilen anlamı tam olarak vermez, her zaman bir yanlış anlaşılma söz konusudur. Lacan Psikanalizin Öteki Yüzü [8] isimli XVII. Seminer’inde şöyle der: “Okla gösterilen ilk satır bir ilişki oluşturur ve bu ilişki imkânsız olarak tanımlanan bir ilişkidir. Örneğin Efendi söyleminde tüm dünyayı işlevsel hale sokabilecek bir efendi bulmak mümkün değildir.” Yani formülün üst kısmı, aynı iletişimde olduğu gibi, imkansızlıkla tanımlıdır.


Formüllerin alt tarafı ise gizli kısımdır, üst kısımdaki fail ve öteki gibi görünür değildir. Failin altında hakikat yer alır ve aşağıdan yukarı giden bir ok görürüz. Bu ok şu anlama gelir: Bir söylemde failin tüm eylemleri gizli bir hakikatle ilişki içerisindedir.


Özetlersek, fail ötekine hitap eder ve bu hitabın sonucu olarak bir ürün ortaya çıkar ve fail ötekine hitap ederken, her ne kadar farklı bir şeyi amaçlıyor olsa da, gizli bir hakikat/bastırılmış bir hakikat tarafından motive ediliyordur ve öteki üzerinde tam olarak istediği etkiyi yaratması, ötekini tam olarak ele geçirebilmesi imkansızdır.


Lacan’ın ortaya koyduğu söylemlerin genel formülleri şöyledir:


Burada yer alan terimleri açıklayarak başlayalım:


S1: Ana/Efendi gösteren (Master signifier) anlamına gelir. S1 gösterileni olmayan bir gösterendir, yani anlamdan yoksundur. Öznenin özdeşleştiği ilk gösterendir ve bu özdeşleşme sayesinde dilin bir etkisi olan özne ortaya çıkar. Söylemler bağlamında bu gösterenin Ana/Efendi gösteren olması önemlidir.

S2: Diğer gösterenler anlamına gelir. Söylemler bağlamında ise bilgi anlamında kullanılmaktadır.


a: Lacan’ın en temel kavramlarından birisi olan a nesnesi kavramına işaret eder. a nesnesi hem arzuya neden olan nesne hem de dürtü nesnesi anlamına gelir ve Lacan’a göre bu nesnenin somut, ele geçirilebilir bir formu yoktur. O daima eksik olan ve eksik kalacak olan nesnedir.


$: Bölünmüş özne anlamına gelir. Lacan’a göre özne bilinçle bilinçdışı arasında, arzuyla talep arasında bölünmüştür. Özne dilin dahil ettiği bir eksikle damgalanmıştır ve geri döndürülemez, telafisi mümkün olmayan bir eksiktir.


Bu terimlerin her biri farklı söylemlerde farklı işlevlere sahip olarak kullanılmaktadır. Efendi söylemini ele alalım:

Efendi söylemine örnek olarak kapitalist üretimin işleyişini düşünebiliriz: Efendi konumundaki kapitalistin (S1) bu konumu sürdürebilmesi için kendi hakikatini, yani bölünmüşlüğünü ($) bastırması gerekir. Efendi konumunu tutabilmek için kendisini tüm güçlü, her şeye hakim birisi olarak sunar. Efendi ötekine hitap eder ve bu söylemde öteki –yani işçi– bilginin vücuda gelmiş halidir (S2), çünkü işçinin emeği (bilgisi) sayesinde bu emirlerin yerine getirilmesi mümkün olmaktadır. Bilgi ötekinin sorumluluğundadır. Kapitalist efendi işçiye emirler, direktifler verir ve işler yolunda gittiği sürece bu emirlerin nasıl yerine getirildiği ile ilgilenmez. Bu operasyonun sonucu olarak ise ortaya bir artı-değer (a) çıkar. Ortaya çıkan bu artı-değer kapitalistin tekrar tekrar bu söylemin içerisinde hareket etmesine de olanak sağlar. Daha fazla artı-değer üretmek isteyen kapitalist ötekine yine emirler yağdırmaya devam eder ve bu kendi içinde sonsuz bir çevrim oluşturur.


Klinikten başka bir örnek verelim: Örneğin semptomu çalışan, dolayısıyla semptomu Öteki’ne yönelmeyen bir öznenin efendi söylemi içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Burada ben kendimin efendisiyim diyen, dolayısıyla kendisiyle ilgili ana/efendi gösterene sahip olduğunu düşünen, eksiksiz olduğunu kabul eden bir fail (S1) vardır. S1 burada öznenin bölünmüşlüğüne nihai yanıtı üretecek ana/efendi gösteren, master-signifier olarak düşünülebilir. Bu fail aslında kendi hakikatini, yani bölünmüşlüğünü ($) bastırmıştır. Bu söylemde efendi öteki konumundaki bilgiye (S2) hakim olmaya, hükmetmeye çabalar. Efendi konumunu sürdürebilmesi için bilginin tümüne hakim olduğunu iddia eder. Fakat bu operasyon her zaman bir bakiye, bir kalıntı bırakır: Diğer gösterenler, yani bilgi, efendi olma iddiasındaki öznenin eksiğini tam anlamıyla kapatamaz, o her şeye sahip olamaz; ürün konumundaki a nesnesi bu operasyonun bir kalıntısı olarak işlev görür. Bu artık nesne efendi tarafından bir türlü ele geçirilemez ve efendiyi tekrar tekrar bu söylemin içerisinde hareket etmeye zorlar. Öznenin kendisine ya da ötekine hükmetme arzusu sonsuz bir çaba gerektirir ve efendi olma iddiasındaki kişiyi/kurumu hep daha fazlasını yapmaya mecbur bırakır.


Dolayısıyla burada şunu görmek mümkündür. Bir söylemin faili her zaman sahte bir faildir, bir suretten ibarettir. Söylemin gerçek itici gücü failin motive eden bastırılmış hakikattir ve bu yüzden üst taraftaki ilişki imkansızdır. Ve bu bastırılmış hakikat sayesinde imkansız hale gelen ilişki her zaman amaçlanmayan bir şey üretir ya da diğer bir ifadeyle geriye bir artık bırakır. Ama bu bastırılmış hakikat sayesinde oluşan imkansızlık toplumsal bağ kurmamızı da mümkün hale getirir.


Efendi söylemini saat yönünde bir çeyrek tur döndürdüğümüzde ise karşımıza histerik söylem çıkar:

Histerik söylemde fail konumunda bölünmüş özneyi ($) buluruz. Özne bu bölünmüşlüğü gidermek için ötekinde, kendi eksiğine dair nihai bir yanıt arar, ötekinden ona eksiğine dair nihai yanıtı verecek olan ana göstereni talep eder (ki burada bildiği-farz-edilen-öznenin oluşması mümkün hale gelir). Ötekini bu bilgiye sahip olduğuna ikna eder. Bu söylemde özne ötekinden S1’i talep eder fakat ötekinin ürettiği şey sadece S2’dir, yani bilgidir. Burada bastırılmış olan hakikat ise bölünmüş özneyi kuran a nesnesidir.


Histerik söylemde özne kendisini efendiye bir muamma olarak sunar ve ötekini kendisine dair nihai bilgiyi üretmeye zorlar. Ama üretilen hiçbir bilgi histerik söylemdeki öznenin bölünmüşlüğüne nihai bir yanıt sunmaz, sunamaz. Ve bu söylemdeki özne tekrar tekrar ötekinden S1’i talep eder ama eline geçen sadece bilgidir (S2) ve bunların hiçbiri öznenin bölünmüşlüğüne nihai bir yanıt üretemez. Dolayısıyla histerik söylemde özne ötekini efendi yerine koyar, ondan ana/efendi göstereni talep eder ama hiçbir cevap onu tatmin etmez.


Histerik söylemdeki özne ötekini efendi konumuna koyar ki onu alaşağı edebilsin, onun verdiği hiçbir cevaptan tatmin olmayıp onun efendi olma iddiasını geçersiz kılabilsin. Burada özne kendi bölünmüşlüğüne dair yanıtı ötekinde arar fakat aslında bu eksik onun varlığında ortaya çıkmış bir eksiktir ve bu yüzden ötekinin ona sunabileceği tek şey, bölünmüş özneyi tatmin etmesi mümkün olmayan bilgidir. Bu tatminsizlik hali arzuyla ilişkilidir. Histerik söylemde yer alan hiçbir cevaptan tatmin olmayan özne hep başka bir cevabın peşinde koşar ki bu da arzunun en genel formülüdür: Bu değil, bu da değil, bu hiç değil… Çünkü öznenin arzusuna neden olan nesne, yani a nesnesi, bu söylemin itici gücüdür, bastırılmış bir halde hakikat konumunda bulunur ve hiçbir zaman ele geçirilmesi mümkün değildir. Bir öznenin tüm sorularını tıkayacak bu nihai nesneyi ötekinin ona vermesi mümkün değildir.


Peki, histerik söylemi bir tur daha çevirirsek ne olur? Analitik söylemi elde ederiz:

Analitik söylemde fail konumunda a nesnesi vardır ve burada söz konusu olan fail analisttir. Analist bir özne olarak orada değildir, o bir işlev olarak oradadır. Analist arzusu aracılığıyla öteki konumundaki analizana hitap eder. Analizan ise tüm bölünmüşlüğüyle ($), a nesnesinin karşısında yer alan öteki konumundadır ve analist, analistin arzusu [9] aracılığıyla analizana hitap eder. Burada söz konusu olan analistin kendi öznel arzusu ya da karşı aktarımı değildir. Analistin arzusu, öznenin bölünmüşlüğünü sorgulaması için aracılık eder. Onu serbest çağrışıma davet eder, rüyalarını anlatmasını ister, dil sürçmelerine dikkat çeker ve bunlarla ilgili gerektiği yerde bir takım yorumlar yapar. Bu nedenle öteki pozisyonunda bölünmüş özneyi ($) görürüz. Yukarıdaki ilişkinin ürünü ise S1’dir, yani ana/efendi gösterendir. Buna öznenin semptomunun hakikati diyebiliriz. Analist, özneye semptomunun hakikatini ürettirmek için aracılık eder. Ama semptom hiçbir zaman bir gösterene indirgenemez. Lacan’a göre hakikatin tamamını söylemek, onu tümüyle ele geçirebilmek mümkün değildir. [10] Bu yüzden analiz tekrar tekrar bu hakikati ele geçirmeye çabalar, bu hakikatin etrafında turlar. Bu yolla analist özneyi kendi sorunlarını çözmeye davet eder ve sorumluluğun öznede olduğunu ona gösterir.


Bastırılmış hakikat konumunda yer alan S2 ise analistin analizana dair bilgisini, yani isteklerini, önyargılarını, fantezilerini, karşı-aktarımını vs. sembolize eder. Analitik söylem içerisinde yer alan bir analist analizanla ilgili tüm öznel yargılarını bir kenara bırakmalı ve analizanın ağzından çıkan sözcüklerle ilgilenmelidir.


Bu söylemi bir çeyrek tur daha döndürdüğümüzde ise karşımıza üniversite söylemi çıkar:

Üniversite söyleminde ise fail konumunda olan şey bilgidir (S2). Ortaya çıkan bilgi aslında birtakım dogmaların ve varsayımların (S1) kabulünü içerir ki bu söylemde S1 bastırılmış hakikat konumunda yer alır. Bu bilgi kendisini bir ana/efendi gösterene dayandırır: Örneğin Lacan’ın dediği gibi, Freud’un belirttiği üzere derken üniversite söylemi içerisinde hareket etmiş oluruz.


Ama çoğu durumda S1 bu denli görünür değildir. Burada kapitalizmi meşrulaştırmayı amaçlayan bir İktisat bölümünü ya da ilaçların ruhsal sorunlarda tek çözüm olduğunu iddia eden bir üniversiteyi düşünebilirsiniz. Burada söz konusu olan aslında belli bir ideolojinin içinden düşünmek ve bu ideolojiyi –çoğu zaman bunu yaptığını bilmeden– desteklemektir. Fakat üniversite söyleminde ideoloji göz ardı edilir, yokmuş gibi davranılır. Her şey bilimin gelişmesi içindir! Öteki konumunda ise a nesnesi vardır. Bilgi nesneyi ele geçirmeye çabalar, onun gizemini, ele geçirilemezliğini ortadan kaldırmaya çalışır. Örneğin bir gün kişiye özel psikiyatrik ilaçlar çıkacaktır ve insanların tüm ruhsal problemleri çözülecektir, bunun için yapmamız gereken tek şey bilimin ilerlemesine katkı sunmak ve beklemektir.


Üniversite söylemi aynı zamanda muhataplarını (yani ötekini) nesneye indirger. Onları birer istatistik verisi olarak, örneğin kontrol grubunun otuz katılımcısından birisi olarak kullanır. Ama tabii a nesnesi tanımı gereği ele gelmez, yakalanamaz; dolayısıyla bu söylemin ürünü bölünmüş öznedir, $’tir. Yani ortaya çıkan bilgiden tatmin olmayan, nesneye dair hep daha fazlasını soran özneler mevcuttur ki bu da bilimin ilerlemesinin ana koşuludur. Üniversite söyleminde bilgi nesneyi ele geçirmeye ne kadar çabalarsa çabalasın hep daha fazlasını soracak özneler var olmaya devam edecektir ve bu durum tekrar tekrar bilgiye başvurulması ile sonuçlanır.


Quinet tüm söylemleri doktor-hasta ilişkisi bağlamında kısaca şöyle açıklar:


“Tüm hasta doktor ilişkileri dört sosyal bağ biçiminden birisine ait olabilir, bunlar dört farklı muameleyi içerir (yönetmek, eğitmek, analiz etmek, arzulatmak). Basit, biraz da karikatürvari örneklerle ilerleyelim: Doktor reçetesini yazarak tedaviyi komuta ettiğinde ve hasta ilacını alarak buna itaat ettiğinde, burada ortaya çıkan efendi söylemidir. Doktor tedaviyi bellettiğinde ya da hastayı psikiyatrinin onun durumunu bildiğine ikna etmeyi başardığı durumda ortaya üniversite söylemi çıkar. Doktor susar ve aktarımda arzunun nedeni olan nesne konumunu doldurursa, hasta kendi bilmediğini onun bildiğini kendine söylemeyi başarır ve psikanalitik söylem ortaya çıkar. Son olarak, ne zaman ki doktor hastanın durumundan yola çıkarak bir bilgi üretmek için yazmaya çizmeye başlar, histerik söylem içine yerleşir.” [11]


Lacan 1972 yılında Milan’da verdiği bir konferansta [12] ise kapitalist söylemi ortaya atar. Kapitalist söylem görebileceğiniz üzere efendi söylemine benzemektedir. Aslında Lacan kapitalist söylemi efendi söyleminin çağdaş bir türü olarak ele alır. Bu söylemde efendi söyleminde yapılan üç önemli değişiklik yer alır: [13]

Kapitalist söylem
  1. S1 ile $ yer değiştirmiştir.

  2. Sol tarafta yer alan ve hakikat konumunu ulaşılmaz kılan ok aşağı çevrilmiştir ve dolayısıyla hakikat ulaşılabilir hale gelmiştir.

  3. Üst tarafta faille öteki arasındaki ilişkiyi mümkün kılan ok artık yoktur.

Yani elimizde işleyişi itibariyle diğer dört söyleme pek de benzemeyen bir söylem vardır artık. En büyük fark ise şudur: Diğer söylemler için erişilemez konumda olan hakikat konumu kapitalist söylem için ulaşılabilir hale gelmiştir.


Fark edileceği üzere bu söylem de aynı histerik söylem gibi bölünmüş özneyle ($) başlar ama önemli bir fark vardır. Histerik söylemde aşağı yönlü bir ok yoktur, sağa giden bir ok vardır ve histerik söylemde S1, hakikat konumunda değil öteki konumundadır ($-S1-S2-a). Kapitalist söylem ise faili ötekine yöneltmek yerine, direkt olarak hakikat olduğunu iddia ettiği bir takım cevaplar sunar. Bu söylemde öznenin bölünmüşlüğüne yanıt olan ve hakikat olarak işlev gören S1’ler vardır.


Buna verilebilecek en güzel örnek tüketim kültürüdür. Mutsuz, huzursuz, acı çeken öznelere kapitalizm hızlı yanıtlar üretir. Bu noktada reklamları düşünmek yeterlidir. Reklamlara göre birtakım nesneler satın alarak huzursuzluktan kurtulmak mümkündür. Kapitalist söylemde öznenin bölünmüşlüğüne gelen yanıt hakikat konumundaki markalardır. Eğer şu marka çantayı alırsanız mutlu olacaksınızdır. Kendinizi Iphone’dan başka telefon kullanmayan birisi olarak adlandırabilirsiniz. İşin karmaşık bir boyutu daha vardır: Kendinizi asla Starbucks’a gitmeyen, katkı maddesi içeren markaları katiyen kullanmayan birisi olarak da tanımlayabilirsiniz. Dolayısıyla kapitalist söylem öznelere özdeşleşebileceği ana/efendi gösterenler, yani S1’ler sunar.


Bu aşağı yönde giden ok kapitalist söylemde öznel bölünmenin inkar edildiğini gösterir. Kapitalist söylem her ne kadar arzulayan öznelere ihtiyaç duyuyor olsa da bu arzuyu hemen talep formuna dönüştürür. Arzu söz konusu olduğunda nesne yakalanamaz ama öznenin arzusunu talep formuna döndürmeyi başarabilirseniz ona birçok şey satabilirsiniz. Eksiğiniz mi var, mutsuz musunuz, tatmin olmuyor musunuz, kendinizi tanımlamakla ilgili sorunlar mı yaşıyorsunuz? O zaman şu ürünleri satın alabilir ve onlarla özdeşleşebilirsiniz! Kapitalist söylem öznenin yapısal eksikliğine, bölünmüşlüğüne özdeşleşebileceği S1’ler sunarak yanıt verir, öznenin bölünmüşlüğünü dikme, kapatma iddiasındadır. Kapitalist söylem bölünmüş özneyi ötekine yönlendirmez, dolayısıyla toplumsal bir bağ kurmayı imkansız hale getirir. Aynı zamanda öznenin bölünmüşlüğünü kapatma iddiası kastrasyonun inkar edildiği anlamına da gelir. Kapitalist özne için eksik, nesnelerle ve özdeşleşebileceği figürlerle/markalarla ikame edilebilir bir şeydir.


Kapitalist söylemde arzu ulaşılabilir bir şey gibi sunulur. “Şu telefonu alırsanız bütün sorunlarınız biter.” minvalinde bir mesaj verilir. Ama hikaye aslında bu noktada yeni başlıyordur. Çünkü kapitalist söylem kendi üzerine kapalı bir devredir, sonsuz bir çevrime sahiptir. Bu söylemde jouissance’ın durma noktası yoktur, kapitalist söylem jouissance’a ilişkin bir sınır getirmez çünkü temelde dışladığı şey cinsel ilişkinin imkansızlığıdır: Sunduğu nesnelerle özneleri tam bir jouissance’a ulaştırabileceğini iddia eder. Ama bu aynı Mesih ilan edileceği günü sonsuza kadar sarsılmaz bir inançla bekleyen paranoyağın durumu gibidir. Kapitalizm bunu vaat eder, özneler bu vaade kapılır ama o gün bir türlü gelmez, çünkü gelemez. Kapitalist söylem yapısal eksiği inkar etmeye dayalı bir söylem olsa da cinsel ilişkinin imkansızlığının gerçeği özneyi tekrar tekrar yakalar, kastrasyonun dahil ettiği eksik kapatılamaz. O yüzden etrafımız her şeye erişebilen ama bir türlü tatmin olamayan öznelerle doludur.


Histerik söylemde fail konumundaki özne kendi bölünmüşlüğüne dair yanıtı ötekiyle etkileşim içerisinde arar. Öznenin kaybı özneye ötekiyle etkileşime girme imkanı sunar ve hatta ötekini de bu kayıptan sorumlu tutar. Ama kapitalist söylemde özne kendi eksiğinin sorumluluğunu kendi başına almak durumundadır ama bu bir analizin sonundaki gibi bir sorumluluk alma meselesi değildir. Bu sözde sorumluluktur ve satın alınması gereklidir. Eğer satın alamıyorsanız bu sizin sorununuzdur. Kapitalist söylemde öznel bölünme kurtulunması gereken bir şey olarak sunulur! Bunu da a ile $ arasındaki okta görmek mümkün hale gelir. Kapitalizm öznelere a nesneleri satar bu yüzden ne kadar çok tüketirseniz bu sizi o kadar daha fazla tüketmeye götürecektir.


Söylemler öznelerin karşılaştığı imkansızlıklara çeşitli yanıtlar üretebilmelerini ve toplumsal bağ kurabilmelerini sağlaması açısından oldukça önemlidir. Kapitalist söylem ise diğer dört söylemin aksine bağları çözmeye doğru ilerler. Sonuç olarak Lacan’ın ortaya koyduğu söylem türleri -efendi söylemi, histerik söylem, analitik söylem ve üniversite söylemi- ve bu dört söyleme sonradan dahil ettiği kapitalist söylem, toplumun işleyişini anlamak konusunda ciddi araçlar sağlamaktadır, günümüzde bile.


KAYNAKÇA:


[1] Freud, S. (2022). Freud'un Teknik Yazıları, ed. ve çev. Ece Aşıroğlu, İstanbul: Axis Yayınları.

[2] Lacan,J. (2007). The Seminar of Jacques Lacan: The Other Side of Psychoanalysis (Book XVII), ed. J. A. Miller, çev. R. Grigg, New York: Norton.

[3] Lacan, J. (2019). Yine/Hala, çev. Murat Erşen, İstanbul: Metis Yayıncılık.

[4] Quinet, A. (2019). Şehrin Deli Efendileri, çev. Ceren Korulsan, İstanbul: Axis Yayınları.

[5] Verhaeghe, P. (1995). From Impossıbılıty To Inability: Lacan’s Theory On The Four Discourses, The Letter: Lacanian Perspectives on Psychoanalysis, 3, Spring 1995, s. 91- 108.

[6] Lacan, J. (1997). The Seminar of Jacques Lacan: The Psychoses (Book III), ed. J. A. Miller, çev. R. Grigg, New York: Norton.

[7] a.g.e.

[8] Lacan, J. (2007). The Seminar of Jacques Lacan: The Other Side of Psychoanalysis (Book XVII), ed. J. A. Miller, çev. R. Grigg, New York: Norton.

[9] Lacan, J. (2019). Psikanalizin Dört Temel Kavramı Seminer 11. Kitap, çev. Nilüfer Erdem, İstanbul: Metis Yayıncılık.

[11] Quinet, A. (2019). Şehrin Deli Efendileri, çev. Ceren Korulsan, İstanbul: Axis Yayınları.

[13] Vanheule, S. (2016). Capitalist Discourse, Subjectivity and Lacanian Psychoanalysis: https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fpsyg.2016.01948/full

bottom of page