top of page

Ayna Evresi


(…) ben [ego] gibi bir bütünlüğün bireyde başlangıçtan itibaren bulunamayacağını varsaymamız gerektiğine işaret edebilirim; ben [ego] gelişmek zorundadır.[1] Freud, Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası, s.26

Dünyada yer alan her şey bir ayna gibi davranır.[2] Lacan, II. Seminer, s.49


Ayna evresi kavramı Lacan dendiğinde, özellikle akademik dünyada, akla ilk gelen kavramlardan birisidir. Lacan ayna evresi kavramını ilk olarak “Özne-benin işlevinin oluşturucusu olarak ayna evresi”[3] metninde ele alır. Bu metnin tarihsel bağlamı ise oldukça önemlidir: Lacan bu metni ilk olarak otuz beş yaşındayken ve halen psikanalize ve psikanaliz eğitimine devam ederken, 1936 yılının yazında, IPA’nın 14. Uluslararası Kongresinde, “Ayna Evresi” adıyla sunmuştur. Fakat bu sunumda Lacan açısından tatsız olan bir durum yaşanır. Ernest Jones, Lacan’ın konuşmasını onuncu dakikasındayken keser. Ertesi sabah Lacan bu kongreyi terk eder ve Nazilerin propaganda makinesini yerinde gözlemlemek amacıyla olimpiyatları izlemeye Berlin’e gider. Hatta Lacan bu metni yazılı halini kongredeki ilgili birime vermez ve 1937’de çıkan kongre bülteninde bu metnin sadece başlığı yer alır.


Bu tarihten on üç yıl sonra, yani 1949 yılında Lacan, yine Ernest Jones’un başkanlığında Zürih’te toplanan IPA’nın 16. kongresinde, ayna evresiyle ilgili metnini sunar.[4] Lacan bu defa daha kısa bir metin hazırlar ve sözü kesilmeden konuşmasını tamamlar. Bu on üç yıllık süreç 1950’li yıllardan sonrasıyla karşılaştırdığımızda Lacan’ın pek de üretken olmadığı bir dönemdir. Lacan’ın bu dönemdeki çalışmaları özellikle bilinç ve benlik üzerine odaklanmıştır. 1949 tarihli bu metin Lacan’ın belli bir dönem geliştirdiği fikirlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yani bu metni bir başlangıç noktası olarak düşünmek yerine belli bir fikirsel izleğin varış noktası olarak düşünmek daha doğru olur. Lacan daha sonraları birçok farklı kavramsallaştırma kullanmış olsa da ayna evresinden bahsetmeye hep devam etmiştir; özellikle saldırganlık, narsisizm, kıskançlık gibi fenomenleri açıklarken ayna evresi kavramını kullanmıştır. Bu metinde ilk olarak Lacan’ın ayna evresi kavramını ortaya atmasını sağlayan teorik arka plan anlatılacaktır. Sonrasında ise Lacan’ın 1. Seminer’de[5] ve Daniel Lagach’ın Raporu Hakkında Görüşler[6] metninde ele aldığı şemalardan bahsedilecektir. Önce teorik arka plan:


Aslında çocukların birinci yaşları içerisinde kendilerini aynada tanımaya başladıkları ve aynadaki görüntülerine hayvanlardan farklı bir biçimde tepki verdikleri Charles Darwin[7], Henri Wallon[8] ve başka önemli kişiler tarafından yapılmış bir tespittir.


Fakat nasıl Freud bilinçdışı kavramıyla ilgili yeniliği ona verdiği isimle değil onu tanımlamasıyla getirdiyse Lacan da ayna evresiyle ilgili yeniliği onu tanımlamasıyla ve psikanalitik praksise eklemlemesiyle getirmiştir. Wallon bir çocuğun aynayla ilişkisini ele alırken, çocuğun öz-farkındalığının (self-awareness) sadece biyolojik süreçlerle gelişmediğini, kendisine dair farkındalığının dış dünyaya aktif bir katılımla mümkün hale geldiğini göstermeyi amaçlamıştır. Lacan ise bir çocuğun aynadaki imgesini tanımasının altı aydan önce mümkün olmadığını söylemiştir. Ayrıca altı ay civarında ortaya çıkan bu deneyimi ayrı bir evre olarak ele almış ve çocuğun gelişiminde ortaya çıkan çok önemli olan bir evre olarak tanımlamıştır. Yani Lacan bir çocuğun aynadaki imgesini tanıdığı bu sürece özel bir önem atfetmiş ve bu evrenin başka önemli süreçlerle kesişen bir zaman aralığında gerçekleştiğini söylemiştir ki bu aralık 6-18 ay arasına denk düşmektedir.


Lacan 1938 tarihli Bireyin Oluşumunda Aile Kompleksleri[9] metninde gelişimsel süreçlerle ilgilenir. Bir çocuğun altıncı aya kadar “memeden kesilme kompleksi”ni deneyimlediğini söyler ve altıncı ay bu sürecin sonudur. Ruhsal düzeyde buradaki kompleks, annenin kendi kendine beslenmeye gücü yetmeyen bebeğin ağzından memesini çekmesiyle ortaya çıkar. Bebek bu durumu kabul etmekle reddetmek arasında gidip gelmektedir. Sütten kesilmeyi kabul etmek bebekte bir “benliğin” ortaya çıkmasıyla sonuçlanır. Ayna evresi işte bebeğin bu gidiş gelişlerine geçici bir çözüm getirmektedir. Lacan bebeğin aynadaki imgesini tanıdığı anda ortaya çıkan sevinçle ilgilenir ve bu anı ontolojik bir zafer olarak isimlendirir.


Memeden kesilmeyle ilgili bu sürecin bir kompleks olarak adlandırılması ve travmatik bir etkiye sahip olması bebeğin hayatına devam edilebilmesi için annesine ya da öteki insanlara bağımlı olmasıyla ilgilidir. İnsanlar diğer türlere oranla çok daha uzun süre bakıma muhtaçtır ve hatta prematüre olarak doğarlar. Ötekilerin bakımına ihtiyaç duyulan bu uzun sürece bebeğin verdiği yanıt, aynada kendisini bağımsız olarak hareket edebilen bir bütün olarak görmektir. Prematüre olarak dünyaya atılan insan varlığı, ayna evresinde, imge düzeyinde de olsa kendisini eyleyen bir birlik olarak tasavvur eder. Fark edileceği üzere burada biyolojik olanla toplumsal olanın kesişiminde ortaya çıkan birtakım sonuçlardan bahsedilmektedir: bebeğin fizyolojik olarak prematüre olması ve toplumsal olarak bir ya da birden çok bakım-verene duyduğu uzun süreli muhtaçlık. Psikanaliz tam da bu kesişimin olduğu yerde, yani biyolojik olanla toplumsal olanın kesiştiği yerde ortaya çıkan imkansızlıklarla ilgilenir ve psikanalize göre bu imkansızlıklar yapısaldır. Lacan ayna evresini memeden kesilme kompleksiyle ve prematüre olmakla ilişkilendirerek şu soruyu ortaya atar: Çocuk aynada gördüğü bu imgeyle neden ilgilenir ve aynada gördüğü bu yansımayı neden kendi imgesi olarak benimsemeye bu denli gönüllüdür?


Bilindiği üzere hayvanların aynadaki görüntüleriyle ilişkilenmesi farklıdır. Bazı hayvanlar, örneğin şempanzeler, aynada kendi imgelerini tanır ve bu imgelerle ilgilenir fakat bu durum çok uzun sürmez ve insanlarda olduğu gibi bu imge onları büyülemez. Söz konusu imge onlarda bir coşku yaratmaz ve hemen ilgilerini çeken başka bir şeye yönelirler. Ve bilindiği üzere şempanzeler evrim açısından bize en yakın komşularımızdır fakat doğduktan kısa bir süre sonra birçok şeyi çok çabuk yapabilir hale gelirler. Yani ayna karşısında verdiği tepkiler açısından ve biyolojik açıdan insana en fazla benzeyen şempanzelerle insanlar arasında önemli farklar mevcuttur. Gündelik hayatta daha çok karşılaştığımız kediler ve köpekler bu imgelere pek de dikkat etmezler. Hatta sosyal medyada aynanın arkasında diğer köpeği arayan köpekleri gösteren birçok video görmek mümkündür. İnsan haricindeki neredeyse tüm hayvanlar için doğuştan sonra bir bakım verene muhtaçlık süresi oldukça kısadır. İnsanlar ise uzun yıllar süresince bakıma muhtaçtırlar, bu süre zarfında neredeyse hiçbir şeyi kendi kendilerine yapamayacak durumdadırlar. Ayakta durmak, kendi başına beslenebilmek, yaşamsal ihtiyaçlarını gidermek insanlar için çok daha uzun bir süre gerektirir. Lacan için söz konusu prematüre hal oldukça önemlidir.

Bruce Fink, Lacan’da Aşk[10] kitabında doğduğumuzda kendi kendimize bir şey yapmaktan aciz olmamıza ek olarak, insan sinir ve motor sistemlerinin gelecekte koordine bir şekilde işleyip işlemeyeceğinin bile henüz belirli olmadığını belirtir. Gelişim zamanla kendiliğinden ilerlemez, ilerleyeceğine dair bir garanti yoktur. Örneğin otizmli veya şizofren bir çocuk hiçbir zaman koordine ve bütün bir varlık gibi hareket edemeyebilir. Fink’in Bettelheim’dan aktardığına göre hiçbir organik ya da genetik kökeni bulunmayan gelişimsel bozukluklar bunları kanıtlar niteliktedir. Fink şöyle der:


“İnsan bedeninin bir birlik olarak işleyeceği kesin değildir: İnsan bedeninin birliği ve bütünlüğü kurulmak ya da inşa edilmek zorundadır. Lacan’ın 1930lar ve 1940larda öne sürdüğü bu hipotez, insanın beden birliğinin sadece biyolojik ve fiziksel gelişimsel süreçleri tarafından meydana gelemeyeceğini, ancak sadece çocuğun dışından kaynaklanan bir şey ile birlikte ortaya çıkabileceğini savunur. Bu şey imgedir.”[11]


Ayna evresi çocuğa bu imgeyi sağlar. Lacan bebeğin aynadaki imgesini tanıdığı anda ortaya çıkan sevinçle ve coşkuyla, “İşte!” deneyimiyle (Aha-Erlebnis) ilgilenir ve bu anı çocuk için ontolojik bir zafer olarak isimlendirir. Lacan’a göre çocuk aynadaki görüntüsünü “üstlenir”: çocuk onu üzerine alır ve dolayısıyla da içine alır ve özümser. Bu an çocuğun kendisine dair ilk bütüncül görüntüyle karşı karşıya geldiği andır. Burada bilinmesi gereken en önemli şeylerden birisi bunun gerçekleşmesi için gerçekten de bir aynaya ihtiyaç olmadığıdır. Ayna ya da bu işlevi görebilecek herhangi bir yüzey imgesel düzeyde bize bu bütünlüklü görüntüyü sunabilir. Hatta yansıtıcı bir yüzeyin varlığı da zorunda değildir. Çoğu zaman öteki insanlar (anne, baba, bakım verenler, akranlar) çocuk için bu işlevi üstlenir ve mesele sadece çocuğun kendisini bir aynada ya da yansıtıcı yüzeyde görmesi değildir. Öteki insanlar buna şahitlik etmelidir, söz konusu imgenin ona ait olduğu öteki tarafından onaylanmalıdır.


Bebeğin eksikle ve parçalanmışlıkla damgalanmış deneyimleri, ayna evresinde imgenin sağladığı bütünlüklü imgeyle ve bu imgenin Öteki tarafından onaylanmasıyla bir anlığını da olsa bebeğe bir tamlık ve bütünlük hissi verir. Ama bu an geçici bir andır, ortaya çıktığı anda kaybolmaya mahkumdur ve bu kayıp geri döndürülemez bir kayıptır. O ana kadar kısmi ve deorganize dürtülerin hakimiyetindeki bebek kendisini tıpkı diğer insanları gördüğü gibi bir bütün, bir birlik olarak görür. İşte Lacan için egonun (ya da diğer bir ifadeyle benliğin/benin) oluşum anı tam da bu andır. Bebek artık kendisini ötekiler arasında yer alan bir ben olarak tasavvur edebilir hale gelir. Çocuk ben ve öteki arasında bir ayrım yapabilir hale gelmiştir.


Lacan’ın egoyu imgeselle ilişkili olarak ele almasının en temel nedenlerinden birisi de budur: Ego, ayna evresinde yapılanır, temeli imgeyle ilişkilidir. Lacan’a göre ego bireyde doğuştan itibaren halihazırda varolan bir oluşum değildir, tözsel bir varlık değildir. Lacan bu noktada Freud’u takip etmiştir. Freud şöyle der: “(…) ben [ego] gibi bir bütünlüğün bireyde başlangıçtan itibaren bulunamayacağını varsaymamız gerektiğine işaret edebilirim; ben [ego] gelişmek zorundadır.”[12]


Fakat Lacan egonun oluşumuna neden olan bu bütünlük deneyimini Pieagetci anlamda bilişsel bir denge olarak görmez, aksine bu imge çocuk için yeni çatışmaların ve sorunların müjdeleyicisidir. Alexandre Kojeve’den, dolayısıyla Hegel’den etkilenen Lacan bu noktada uyum ve harmoniden ziyade çatışmayı öne çıkarır. Kojeve 1933’te Paris’te Hegel üzerine dersler vermeye başlar ve bu dersler 1939 yılına kadar sürer. Fransız entelijansiyasının yoğun ilgi gösterdiği bu derslere Lacan da katılmıştır. Kojeve bu seminerlerde Hegel’in Tinin Fenomenolojisi[13] metnini ele alır ve Hegel’i Descartes’ın karşısında konumlandırır. Lacan ayna evresi metninin ilk paragrafında, ayna evresi deneyiminin kendisini, Cogito’yu doğrudan doğruya başlangıç noktası alan her türlü felsefesinin karşısında olmaya zorladığını söyler. Kojeve’e göre Hegel için “düşünüyorum”un ortaya çıkmasının ilk ve en önemli koşulu kendilik bilincidir.[14] Kendilik bilinci, bilinçten farklıdır çünkü bilinç dış dünyadaki maddeleri pasif bir şekilde fark etmeyi ve düşünmeyi içerir. Kendilik bilincinin ortaya çıkması için bir varlığın, maddesel olmayan nesnelerle yakın ilişki içerisinde olarak kendi boşluğunu doldurmaya yönelik bir arzuyu açığa vurması gerekmektedir. Hayvani arzu, varlıkları ve nesneleri hedeflerken insani arzu verili nesnelerin ötesine geçer, başka bir arzuyu hedefler. Bu “başka bir arzu için olan arzu” biyolojiyle ilgili olmasa da maddi nesneleri elde etmekten tamamen bağımsız değildir. Daha ziyade bu maddeleri elde etme eylemini gerçekleştirirken kazanacağı tanınmayla ve bu maddeye sahip olma hakkını kazanmayla ilgilidir. Maddeye sahip olmak insan için ikincil önemdedir. Bu arzu, söz konusu nesne ya da varlıktan ziyade ötekilerle olan maddi-olmayan şeyleri hedefler: tanınmayı ve bir şeye sahip olma hakkını.


Bu bağlamda Lacan benliğin oluşması için memeyle başı dertte olan çocuğun, dış dünyadaki maddi nesnelerden bir ölçüde bağımsızlaşmaya ihtiyaç duyduğunu, yani bir kendilik bilincine erişmeye ihtiyaç duyduğunu söyler. Lacan, Kojeveci anlamda kendilik bilincini tanınma arzusuyla eşitler ve bunun ilk olarak çocuğun kendisini aynada tanımasıyla mümkün hale geldiğini söyler. Aynadaki imgeyle olan özdeşleşme aracılığıyla çocuk kendisini diğer insanlara benzer ya da onlardan farklı olarak konumlandırır. Çocuk bu aşamadan itibaren ötekini ve ötekinin arzusunu ayırt etmeye başlar. Kendisini dünyanın içinde ama ayrık bir varlık olarak deneyimler ve kendisiyle ötekiler arasında bir ayrım yapabilir hale gelir. Artık kendisini annesinin uzantısı ya da annesini kendisinin uzantısı olarak görmediği yeni bir dönem başlamıştır çocuk için. Çocuk kendisi dışında bir imgeyle özdeşleşir.


Ayna evresinde çocuk kendisini tanır ama bu yanlış bir tanımadır (méconnaissance). Burada söz konusu olan şey çocuğun kendi prematüreliğine ve güçsüzlüğüne karşı geliştirdiği bir savunmadır. Fakat bu bütünlük hissi geçicidir, ortaya çıktığı anda kaybolmaya mahkumdur. Ve özne yaşamı boyunca bu evredeki birlik, bütünlük hissinin kaybının izini taşıyacak ve bu hissi arayacaktır. Dolayısıyla Lacan açısından ego yanılsamayla hemhal bir oluşumdur ve egoyu güçlendirmeye yönelik hiçbir girişim bu yanılsamayı beslemekten öteye gidemez. Ego, ileride değinileceği üzere, hem öteki hem de Öteki[15] ile olan özdeşleşmelerin ürünüdür ve egoyu güçlendirmeye dair her türlü girişim öznelliği öne çıkarmaktan ziyade bu özdeşleşmeleri güçlendirmeye hizmet eder.


Lacan öğretisinin 1950’lere kadar olan kısmında ayna evresinde imgenin üstünlüğünden söz ederken, 1950’lerden sonra dilin ve söylemin önemini öne çıkarır. Dilin etki alanı ve gücü çoğu kişinin tahmin ettiğinden çok daha güçlüdür. Örneğin bir çocuk doğduğu andan itibaren, hatta doğmadan önce bile dilin etki alanı içerisindedir. Çocuk daha dünyaya gelmeden önce onun hakkında konuşulur: “Çocuğumuz olursa adını Ayşe koyarız.” “Benim çocuğum olursa şunu şunu ona kesinlikle yaptırmam.” gibi sözlerin muhatabıdır. Ebeveynleri, dedesi, ninesi vs. onun hakkında konuşur. İşte çocuk bu Öteki’lerden gelen gösterenlerden etkilenir, kendisi hakkında söylenmiş ve -daha da ilginci- söylenmemiş tüm sözlerden etkilenir. Çocuk konuşmaya başlamış olsa da olmasa da dilin etki alanı içerisindedir. Dolayısıyla Lacan için ayna evresi 1. Seminer’den itibaren sadece imgeye ve imgesel düzene indirgenebilecek bir kavram olmaktan çıkar. Lacan dilin ve dolayısıyla simgeselin etkisinin bu evrede de geçerli olduğunu söyler. Artık ayna evresi Lacan için salt olarak imgeselle ilişkilendirilemez.


Lacan ayna evresini 1. Seminer’de yer alan optik şema üzerinden anlatır:




A: Öteki

$: bütünlük arz etmeyen özne, çocuk


Bu kurulumda Lacan, bütünlük arz etmeyen çocuk-özneyi ($) gözlemci olarak düz aynanın solunda konumlandırır. Ve çocuk bu düz aynaya bakmaktadır. Düz ayna ise burada Öteki’ni temsil eder. Çocuk dünyaya Öteki’nin aynasından bakmaktadır. Yani çocuğun dünyayla olan ilişkisi Öteki’nin dolayımından, dolayısıyla en geniş anlamda dilin ve simgeselin dolayımından geçer. Buradaki durum şöyle somutlaştırılabilir: Aynanın karşısındaki çocuk kendi imgesini tanıyıp ayırt ettiğinde kafasını geriye çevirip annesinin ya da babasının orada olup olmadığını kontrol eder, onlardan bu imgenin, bu görüntünün kendisine ait olduğuna dair bir onay, bir tanınma bekler. Bu tanınma sayesinde çocuk aynadaki imgenin kendisine ait olduğunu idrak edebilir.[16]


Çiçekler ise kısmi dürtüleri temsil eder. Bunlar çocuğun prematüre ve deorganize bedeninde ortaya çıkan ve tam olarak doyurulması mümkün olmayan oto-erotik dürtülerdir. Vazo ise bedeni temsil eder. Fark edileceği üzere bu noktada çocuğun bedeni ile kısmi dürtüler birbirinden ayrıdır. Çocuk kendi bedenin ayrı/otonom bir varlık olarak farkında değildir fakat bedeninde birtakım tatminler ve tatminsizlikler de deneyimlemektedir. Burada Lacan’ın vurgu yaptığı nokta çocuk her ne kadar bu dürtüleri deneyimlese de bu dürtüler ve bedeni arasındaki bağlantıyı kuramıyor olduğudur.


İşte aynanın sol tarafında bulunan ve bütünlük arz etmeyen çocuk, düz aynaya (yani Öteki’ne) baktığında kendisini olduğu gibi değil aynanın sağ tarafındaki gibi görür. Aynanın sağ tarafındaki sanal imgede çiçekler (yani kısmi dürtüler) vazonun (yani bedenin) içerisine girmiş gibi görünmektedir. İşte bu anda çocukta bir bütünlük ve tamlık hissi ortaya çıkar ve ego (benlik, kendilik) tam da burada ortaya çıkan oluşumdur. Ama belirtildiği gibi bu imge aldatıcıdır. Çocuk bu noktada aslında ötekiyle özdeşleşme aracılığıyla kendi kaotik deneyimine bir çözüm üretmeye çabalamaktadır.


i’(a): ideal-ego (imgesel)


Lacan aynanın sağ tarafında ortaya çıkan bu aldatıcı görüntüyü ideal ego olarak adlandırır ve bu kavramı imgesel düzenle ilişkilendirir. Lacan’a göre ideal-ego kişinin kendisini nasıl gördüğüyle ilişkilidir. Bir kişinin kendi hakkındaki görüşlerini ve hislerini kapsar. Bu görüşlerin ve hislerin doğru ya da yanlış olmasının bir önemi yoktur, bu kişinin kendisine baktığında ne gördüğüyle ilişkilidir. Ego-ideali ise imgeselden ziyade simgesel düzenle ilişkilidir. Burada söz konusu olan bizim kendimizi nasıl gördüğümüz değil Öteki’nin bizi nasıl gördüğüne dair düşüncelerimiz ve hislerimizdir. Bu ayrımı şöyle bir örnek üzerinde daha iyi anlamak mümkündür: “O beni bencil, kıskanç birisi olarak görüyor ama aslında ben hiç öyle biri değilim, hep yanlış anlaşılıyorum. Ben aslında çok cömert ve başkalarının başarılarına sevinen bir insanım.” Bu cümlenin birinci kısmı öznenin ego-idealiyle, yani Öteki’nin gözünden nasıl göründüğüyle ilgilidir (o beni böyle görüyor). İkinci kısmı ise ideal-egoyla, yani öznenin kendi kendisini nasıl gördüğüyle ilişkilidir (ben aslında şöyle biriyim).


S: bölünmemiş, tam, bütün özne

I: ego-ideal (simgesel)


Lacan’ın sağ üst köşede konumlandırdığı S ve I kavramları, ayna sayesinde kendi eksiğinden bir anlığına da olsa kurtulmuş özneyi (yani bölünmemiş, tam özneyi) ve Öteki’nin gözünden kendine bakan öznenin gördüğü şeyi (yani ego-idealini) isimlendirir.


Stijn Vanheule Ghent Üniversitesi’ndeki çalışmalarında bahsi geçen optik şemayı kurmuştur.[17] Bu kurulum şöyledir:




Burada Lacan'ın çizdiği şemanın sol tarafını görürüz: sol kısımda içbükey bir ayna, ortada yer alan bir çiçek ve ters konumda duran bir vazo ve son olarak sağ kısımda duran bir düz ayna. İçbükey aynanın olduğu yerden aynaya bakan gözlemci, yani $, düz aynaya baktığında karşılaştığı görüntü şöyledir:




Sol taraftan düz aynaya bakan bir gözlemci bu aynada çiçeklerin ve vazonun iç içe geçtiğini görecektir ama aslında işler hiç de öyle değildir. Bu imge sanal olan alanda ortaya çıkmıştır ve bir tür yanılgı içerir. Aslında vazo ve çiçekler (beden ve dürtüler) uyumsuzdur, iç içe değildir, birlik ve bütünlük teşkil etmezler. Ama yine de bebek bir anlığına böyle bir tür bütünlüğün mümkün olduğunu düşünür ve bu Öteki'yle olan özdeşlemeler sayesinde gerçekleşir.


Kısacası Lacan bize bu şemalarla egonun nasıl oluştuğunu anlatmaktadır. Egonun oluşumunda önemli olan iki temel kavram tanınma ve ideal bir imgeyle özdeşleşmedir. Özdeşleşmeler aracılığıyla kurulan ego tam da bu yüzden psikanalizin değiştirmeyi ya da güçlendirmeyi amaçladığı bir oluşum olamaz. Analizana özdeşleşebileceği daha iyi, daha güçlü bir ego sunmak analizin işi değildir. Çünkü ego yeni özdeşleşmelerin peşinden gider ve zamanla değişir; bir tür yanlış-tanınmayla kurulduğu için de yanıltır. Bu yüzden Lacan'a göre özdeşleşmeleri bir kenara bırakıp öznel olana, yani öznenin semptomuna ve arzusuna odaklanmak gereklidir ki bunun ne anlama geldiği bu metnin sınırlarını aşmaktadır.




KAYNAKÇA: [1] Freud, S. (2012). Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası, çev. B. Büyükkal, S. M. Tura, İstanbul Metis Yayınları. [2] Lacan, J. (1991). The Seminar of Jacques Lacan: Book 1, The Ego in Freud's Theory and in the Technique of Psychoanalysis, çev. Sylvana Tomaselli, New York: Norton. [3] Lacan, J. (2011). Özne-Benin İşlevinin Oluşturucusu Olarak Ayna Evresi, İdeolojiyi Haritalamak içinde, çev. Nilüfer Kuyaş, Ankara: Dipnot Yayınları. [4] Burada dikkat çeken en önemli nokta geçen on dört yılda sadece üç tane psikanaliz kongresi yapılmış olmasıdır. Dikkatli okurların fark edeceği üzere arada geçen yıllar II. Dünya Savaşı yıllarına denk gelmektedir. [5] Lacan, J. (2013). The Seminar of Jacques Lacan: Book 1, Freud's Papers on Technique, çev. John Forrester, New York: Norton. [6] Lacan, J. (2007). Remarks on Daniel Lagache, Écrits: The First Complete Edition in English içinde, çev. Bruce Fink, New York: Norton. [7] Darwin, C. (1877). A Biographical Sketch of an Infant: http://psychclassics.yorku.ca/Darwin/infant.htm [8] Wallon, H. (1931). Comment se développe chez l’enfant la notion de corps propre, Journal de Psychologie içinde, Kasım-Aralık, s.705-48. [9] Lacan, J. (1938). Family Complexes in the Formation of the Individual: http://www.lacaninireland.com/web/wp-content/uploads/2010/06/FAMILY-COMPLEXES-IN-THE-FORMATION-OF-THE-INDIVIDUAL2.pdf [10] Fink, B. (2019). Lacan’da Aşk, çev. Z. Oğuz, E. O. Gezmiş, İstanbul: Kolektif Kitap. [11] a.g.y. [12] Freud, S. (2012). Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası, çev. B. Büyükkal, S. M. Tura, İstanbul Metis Yayınları. [13] Hegel, G. W. F. (1979). Phenomenology of spirit, çev. A. V. Miller, Oxford University Press. [14] Nobus, D. (1995). Life and Death in the Glass: A New Look at the Mirror Stage, Key Concepts of Lacanian Psychoanalysis içinde, New York: Other Press. [15] Lacan’da küçük harfle yazılan öteki kavramı bizim gibi olana, bize benzeyene, bize tanıdık olana atıfta bulunur. Büyük harfle yazılan Öteki ise bize benzemez, o hem öznenin oluşumunda asli bir role sahiptir hem de özneye radikal olarak yabancı olan bir faildir. Bu bağlamda anne, baba, öğretmen, sevgili, analist gibi kişiler Öteki rolüne sahip olabilir. Ayrıca dil, Yasa, ırk, Tanrı gibi kavramlar da Öteki’nin alanındadır. [16] Burada sözü geçen durumun hoş bir örneği için bkz: https://www.youtube.com/watch?v=8DW-pyip7Yo&ab_channel=jessicapressman

[17] Lacan’s construction and deconstruction of the double-mirror device: https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fpsyg.2011.00209/full#F3

bottom of page