top of page

Psikanaliz ve Cinsel Kimlik

Güncelleme tarihi: 1 Ara 2020

Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Psikanaliz Defterleri dizisinin 4. sayısının konusu "Çocuk ve Ergen Cinselliği." Psikanalizin cinsiyete ve cinsel kimliğe dair ortaya çıkan sorulara ne gibi yanıtlar verdiğini ve yeni yanıtlar üretmek için ne gibi imkanlar sunduğunu aktarmaya çalıştığım bu metinden tadımlık bir bölümü aşağıda bulabilirsiniz:

"O zaman cinsiyet konumlarından, hatta cinselliğin kendisinden bahsederken var olmayan bir tözden, var olmayan bir normdan bahsediyoruz. Bu nokta çok önemli çünkü Lacan tam da bu imkânsızlıkları, bu eksiklikleri öğretisinin merkezine koyar. Lacan’da uygun bir şekilde sonlanan psikoseksüel gelişim aşamaları yoktur, cinsiyetin ideallerine uygun normal özdeşleşmeler yoktur. Zaten kendi cinsiyetiyle uygun ve normal bir şekilde özdeşleşmiş bir kişi nasıl tahayyül edilebilir ki? Mesela bir erkeği düşünün: Steve Jobs’la mı, Zizek’le mi yoksa Goerge Clooney’le mi özdeşleşecek? Örneğin bir kadın, Adriana Lima gibi mi olmalı, ya da Angela Merkel gibi mi veya Emma Watson gibi mi? Öznenin kendi cinsiyetiyle ilişkilenmesinde biyolojinin bir rolü vardır, doğru. İmgesel ve simgesel özdeşleşmelerin, kendi cinsiyetine dair ideallerle özdeşlemenin belli rolleri vardır, bu da doğru fakat cinsiyet meselesinin tamamını bu iki araçla ele almak mümkün değildir.


Bir de cinsiyetin [Lacancı anlamdaki] Gerçek’le ilgili bir boyutu var. Çünkü psikanalize göre insanda cinsel içgüdü yoktur, yani bir bebek doğduğu andan itibaren diğer canlılar gibi öteki cinsiyetle nasıl ilişkileneceğine dair verili bir bilgiyle dünyaya gelmez. Bilinçdışında cinsiyetin göstereni yoktur. Her özne, cinsellikle ve cinsel kimliğiyle ilgili yolu kendi deneyimi içerisinde bulmak durumundadır. Bu iyi ki de böyle çünkü her şey nesnel olarak belirlenmiş olsaydı, biyolojik olarak erkek doğmuş insanların cinsiyet konumu olarak erkekliği benimsemiş olmaları garanti olsaydı ve aynı zamanda cinsel nesne olarak kadınlara ilgi duymaları garanti olmuş olsaydı öznelliğin kurulması mümkün olmazdı. Hiçbir eksiğin olmadığı, her şeyin nesnel olarak belirlenmiş olduğu ve herkesin ne yapacağını içgüdüsel olarak bildiği bir dünya, her ne kadar bu garantisizlik bazen yoğun miktarda kaygı yaratsa da, çok daha sıkıcı olurdu sanırım. Bu bilinmezliklerin ve garantisizliklerin sonucu olarak ortaya çıkan kaygı için de öznelliğin diyeti diyebiliriz. Cinsiyetin Gerçek’le ilgili boyutu dediğimizde, bahsettiğim bu imkânsızlıkların ve var olmayan normların alanına giriyoruz demektir. Her bir özne, karşılaştığı bu imkânsızlık karşısında bir konum alır ve bu konum öznenin jouissance’la ilişkili olarak aldığı konumdur.


Lacan kadın ve erkek denen şeylerin sadece birer gösteren olduğunu söyler. Cinsiyetin sabit ve doğal bir tanımı olmadığı için, cinsiyet konumlarını onların farkları üzerinden tanımlar. Neye ilişkin farkları üzerinden tanımlar: Fallusla ilgili konumlarının farklılıkları üzerinden. Tam da bu noktada Lacan’ın o ünlü formülasyonunu anmakta fayda var: “Il n'y pas de rapport sexuel” (Cinsel ilişki yoktur). Buradaki cinsel ilişki tabii ki gerçekliğin içerisindeki cinsel ilişki değil. Yani gündelik anlamda, iki ya da daha fazla kişinin cinsel ilişkiye girmesinden bahsedilmiyor. Bu alıntıda geçen “rapport” kelimesi oran/bağıntı anlamına geliyor ve Lacan “Cinsel ilişki yoktur.” derken cinsiyetler arasında bir eşitliğin ya da birbirini tamamlama durumunun söz konusu olmadığını kastediyor. (Lacan’ın bu sözü tüm öğretisini kat edecek derinlikte bir söz ama biz burada sadece cinsiyet meselesi kısmıyla ilgileneceğiz). Lacan’a göre kadın ve erkek birbirini tamamlamaz, birbirlerinin eksiklerini giderip 1+1=1 haline gelmez; cinsiyetler arasındaki karşılaşmalarda bir şeyler ya hep eksiktir ya hep fazladır. Aristophanes’in Şölen’de[4] anlattığı hikâyeye göre insanlar en başta çift cinsiyetli bir bütündür. Yuvarlak top şeklindeki bu canlılar mutlu mutlu ortalarda yuvarlanırken çok gürültü çıkarırlar ve tanrıları kızdırırlar. Zeus öfkelenir ve onları kadın ve erkek olarak ikiye ayırır ve bu andan itibaren her cinsiyetli varlık kayıp öteki yarısını bulmaya çabalar. Lacan bu hikâyeyi kabul etmez. İnsan varlığının kaybolan bir yarısı olduğunu ve insanın hep onun arayışında olduğu şeklindeki mitin doğru olmadığını söyler. Lacan’a göre böyle bir şey mümkün değildir; cinsel ilişki yoktur; 1+1, 1 etmez. Elbette Lacan’a göre insanda bir kayıp söz konusudur ama bu kayıp onun varlığıyla ilgili bir kayıptır.


Zizek cinsel ilişkinin yokluğunu bir reklam üzerinden anlatır.[5] Bu reklam bir bira reklamıdır ve reklamda kırlarda tek başına gezen genç bir kadın görürüz. Bu kadın mutlu görünür ama sanki bir eksiği vardır ve tam o anda bir su birikintisinin kenarında bir kurbağa görür. Kurbağayı eline alır, onu öper ve kurbağa aniden yakışıklı ve seksi bir erkeğe dönüşür. Genç kadının mutlu olması için önündeki tek engel de ortadan kalkmıştır. Ve sonrasında gözlerini kapar ve bu erkeğe dudağını uzatır. O anda erkeğin gözlerini devirip bir şey düşündüğünü görürüz. Sonrasında erkek kadını öper ve kadın aniden biraya dönüşür. İşte size cinsel ilişki yoktur formülüne bir örnek. Kadının ve erkeğin fantazmları birbirine tam olarak denk düşmez, birisinin fantazmı gerçekleştiği anda diğerinin fantazmı sekteye uğrar. Bu örnekte kadının fantazmı, yakışıklı ve fallik bir erkeğe dönüşecek bir kurbağa hakkındadır. Bu kurbağa tam da kadının istediği şeye dönüştüğünde, yani yakışıklı ve fallik bir erkeğe dönüştüğünde işler karmaşıklaşmaya başlar. Artık kurbağa da bir özne olarak sahneye çıkmıştır ve onun da fantazmı devreye girer. O da biraya, yani bir nesneye dönüşebilecek genç ve güzel bir kadınla ilgili bir fantazma sahiptir. Cinsel ilişki yoktur derken kastedilen şey işte burada sözü edilen asimetridir. Aşk da tam olarak cinsel ilişkinin yokluğuna dair ortaya çıkan bir cevaptır. Lacan’ın aşk hakkında söylediği o ünlü sözü duymuşsunuzdur: Aşk sizde olmayan bir şeyi onu istemeyen birisine vermektir. Aşk, bu imkânsızlığın, bu yapısal eksiğin üzerini örter. Aşk belli türde bir yanılgıyı içerir ve iyi ki de içerir. Tüm bu imkânsızlığın önüne çekilmiş bir perde olmasaydı, bu imkânsızlıkla sürekli karşılaşsaydık çok zor olurdu."

 
 
bottom of page